
Kadına yönelik şiddet veya diğer adıyla erkek şiddeti neredeyse her gün 1 kadının hayatını kaybetmesine sebebiyet veriyor. Sistematik şekilde devam eden kadına yönelik şiddet dolayısıyla bu yazının yazıldığı 2018 yılı kasım ayına kadar geçen süreçte Türkiye’de öldürülen kadın sayısı 363. Bunun sadece bilinen sayı olduğunu da belirtelim.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) tanımına göre şiddet; bir yaralanma ya da yaralanma tehlikesi, ölüm, psikolojik hasar, gelişim bozukluğu ya da yoksunlukla sonuçlanan, bir kişiye, kişinin kendi kendine, bir grup ya da topluma kasıtlı olarak fiziksel ya da duygusal zor kullanması, güç uygulaması veya tehdididir. Şiddet denildiğinde ilk akla gelen daha görünür olması sebebiyle fiziksel şiddet olsa da WHO’nun da tanımında belirttiği gibi psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet de yine bu kapsamda değerlendirilmektedir. Verilere göre her gün en az 1 kadın erkek şiddeti sonucu hayatını kaybederken Türkiye’deki mevcut yasalar ve taraf olunan uluslararası sözleşmeler kadınlara hangi hakları sağlıyor?
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW); 1979 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilerek 1980’de yürürlüğe girmiş ve Türkiye de bu sözleşmeyi 1985 yılında çekince koyarak imzalamıştır. Bugün CEDAW 189 ülkenin taraf olduğu oldukça geniş katılımlı bir uluslararası belgedir. Bu sözleşme, kadına karşı ayrımcılığın bölgesel ya da münferit olaylar olduğu tezini reddederek bu hak ihlalinin evrensel nitelikte olduğunu kabul etmiş olması bakımından oldukça önemlidir.
Geçmişten günümüze kadın; kendi kimliği üzerinden bir birey olarak tanımlamak yerine ülkemizde de oldukça yaygın olduğu üzere “birilerinin annesi, karısı, kardeşi, kızı” şeklinde tanımlanmıştır. Bunun neticesinde kadın kamusal alanda kendi kimliğiyle ya hiç var olamamış ve başkası üzerinden kendisine açılan alana sıkıştırılmış, ya da var olabilmek için kendileriyle aynı niteliklere sahip “birey” erkeklere göre çok daha fazla mücadele vermek zorunda kalmışlardır. İşte CEDAW’da kadın hakları doğrudan insan hakkı olarak ele alınmış ve kadının birey olarak varlığı temel alınmıştır. Bu açıdan bakıldığında Sözleşmenin, kadın haklarını insan haklarının alt başlığı olarak ele aldığı ve BM İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de yer alan eşitlik ilkesini çıkış noktası olarak gördüğü söylenebilir.
Sözleşmeye göre; yasalarda ayrımcılık sona erdirilse bile, hayatın her alanındaki ayrımcı kalıp ve davranışlardan kurtulmak için, devletlerin, gerekli önlemleri almaları, düzenleme yapmaları şarttır. Bu nedenle sözleşmenin Türkiye’de yürürlüğe girmesi ile birlikte mevcut yasalarda kadına yönelik ayrımcılık içeren maddelerin hızla düzenlendiği, sözleşmenin bu yönü ile Türkiye’de kadın-erkek eşitliğine yönelik yasalar bakımından itici güç olduğu söylenebilir.
İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşmedir. 11 Mayıs 2011’de imzaya açılan bu sözleşmeyi ilk imzalayan devlet Türkiye olmakla birlikte İstanbul’da imzaya açılması sebebiyle İstanbul Sözleşmesi olarak bilinmektedir. Söz konusu sözleşme 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin amaçları; kadınları her türlü şiddete karşı korumak, kadına karşı şiddeti ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmaktır. Sözleşme, kadına yönelik tüm bu şiddet olaylarını engellemek ve faillerin cezalandırılmasını sağlamak amacıyla özenle hazırlanmış olmasının yanı sıra sözleşme maddelerinin soyut nitelikte kalmaması için de birtakım düzenlemeler de yapmıştır. Buna göre GREVIO adı verilen ve kadına yönelik şiddet alanında uzman üyelerden oluşan organ vasıtasıyla taraf ülkelerin sözleşmenin hüküm ve gerekliliklerine uyup uymadığı da titizlikle denetlenmektedir.
İstanbul Sözleşmesi; psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içermektedir. Sözleşmenin Türkiye için en önemli getirisi; sözleşme metninde ‘domestic violence’ olarak anılan ve Türkçe metne “ev içi şiddet” olarak çevrilen şiddeti sadece aynı evde yaşayan karı-koca için tanımlamaktan çıkarıp aynı evde yaşasın yaşamasın “aile” olma veya “evlilik birliği” içinde bulunma zorunluluğundan çıkarmış olmasıdır. Bu sebeple sözleşme hükümlerinin uygulanmak zorunda olduğu alan tüm kadınları kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Aynı zamanda söz konusu sözleşme hükümlerinin uygulanmaması ve devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda sözleşmeye göre devlet sorumlu olacaktır.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun; dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve kadın örgütlerinin birlikte çalışması ile 8 Mart 2012’de kabul edildi. 6284 Sayılı Kanun’un kabul edilmesinden önce yürürlükte olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Yönelik Kanun oldukça yetersiz kalıyordu. Öyle ki adından da anlaşılacağı üzere bu kanunda özne “kadın” değil “aile” idi. Bu sebeple de şiddet, ancak evlilik birliği içerisinde aynı evde yaşayan kişiler arasında olması koşuluyla cezalandırılıyor hatta uygulamada neredeyse cezasız kalıyordu. Uygulamadaki tüm bu yetersizlikler sonucunda 9 Haziran 2009’da AİHM Nahide Opuz kararında Türkiye’yi mahkum etti. Aynı zamanda bu karar AİHM tarihinde aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle bir devleti mahkum etmesi bakımından bir ilktir.
6284 Sayılı Kanun; şiddete uğrayan ya da uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirleri düzenlemektedir. Kanunda şiddet, WHO’nun yaptığı tanımda olduğu gibi yine yalnızca fiziksel şiddet ile sınırlı kalmayıp cinsel, psikolojik ve ekonomik olarak da tanımlamaktadır. Söz konusu tanımlamalardan herhangi birine maruz kalan ya da kalma tehlikesi bulunan tüm kadınlar bu kanundan faydalanabilmektedir. Yapılan tüm başvuruların ücretsiz olmasının yanı sıra ikamet adresinin bulunduğu yerden başvurulmasına gerek bulunmamaktadır. Aynı zamanda başvuru yaparken de kimlik ve adres bilgilerinin gizli tutulması istenilebilir.
Kanun kapsamındaki tüm haklara ulaşmak için karakol, mülki amir ve Aile Mahkemesi’ne başvurulabileceği gibi günün her saatinde Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’ne de (ŞÖNİM) başvurulabilir. Bu merkezler şiddete uğrandığında 6284 Sayılı Kanun kapsamındaki haklara erişebilmek için şiddete uğrayan kişiyi ilgili kurumlara yönlendirmekten ve ihtiyaç duyulan desteklerin koordinasyonundan sorumlu kurumlardır.