Delil Sözleşmesi ve Sınırları: Sözleşmelerdeki “Sadece Bir Tarafın Delilleri Geçerlidir” Hükmünün Geçerliliği Tartışması

Evidence Contract and its Limits: The Validity of The "Only One Party's Evidence is Admissible" Clause in Contracts

Zeynep DURAN
Stajyer Avukat

1- GİRİŞ

Uygulamada özellikle ticari işlerde, sözleşmelerde sadece bir tarafın ticari defter ve kayıtlarının delil olacağı yönünde maddeler sıklıkla konulmaktadır. Özellikle bir tarafın baskın konumda olduğu, diğer tarafın “hayır” diyemeyeceği durumlarda bu tür hükümlerin yaygın şekilde kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle bir yandan iki tarafın da basiretli tacir sıfatıyla imzalaması maddenin geçerli olacağını düşündürürken, diğer yandan hükmün taraflar arasındaki dengeyi fahiş derecede bozması ve mahkemenin hareket kabiliyetini kısıtlaması sebebiyle tereddüde yol açmaktadır.

Bu makalede önce delil sözleşmesinin hukuki temeli anlatılacak, ardından delil sözleşmesinin sınırları olup olmadığı tartışılacaktır. Ardından, delil sözleşmesi hükümlerinin ticari sözleşmelerde yaygın şekilde kullanılırken aslında geçerli olup olmadığı hususu emsal yargı kararları eşliğinde değerlendirilecektir. Makalemizde delil sözleşmesinin sınırları, ticari işler bağlamında ele alınacak; diğer hukuk alanları yönünden bir değerlendirme yapılmayacaktır.

2- DELİL SÖZLEŞMESİ VE İSPAT HAKKI

Medeni yargılama hukukunda aralarında uyuşmazlık vuku bulan kişiler, öne sürdükleri iddialarını ispatlamak için çeşitli delillere başvururlar. Bu husus işin gereğindendir çünkü bazı istisnalar dışında taraflarca getirilme ilkesinin bulunduğu hukuk sistemimizde hâkim, taraflardan birinin ileri sürmediği şeyi kendiliğinden dikkate alamaz. Hal böyle olunca taraflar aralarında olmuş bitmiş veya devam etmekte olan bir uyuşmazlıktan doğan iddialarını deliller vasıtası ile somutlaştırır, hâkim nezdinde bir kanaat oluştururlar. Tarafların iddiaları için delillere dayanabilmesi aynı zamanda adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyetinin de birer parçasıdır. Bu nedenle ispat hakkı hukukumuzda çok önemli bir yere sahiptir.

Tarafların bu hakkı kullanırken hangi delillere başvurabileceği büyük önem arz etmektedir. Kanunumuz tarafların belirlenen süre ve usule uygun olarak ispat hakkını kullanabileceğini, ayrıca hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin öne sürülemeyeceğini ve kanunda belirli delillerle ispatını emrettiği hususların başka deliller ile ispat olamayacağını belirterek ispat hakkı üzerinde adeta bir çerçeve çizerek sınırlama getirmiştir. Dolayısıyla taraflar, kanuni ispat hakkını kullanırken birtakım engellere maruz kalmaktadır. Bunun yanında kanun koyucu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde “delil sözleşmesi” adı altında bir hüküm ikame etmiştir. Anılan hüküm; “Tarafların kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların, başka delil veya delillerle de ispat edilebileceğini kararlaştırabilecekleri ya da belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların, belirli delil veya delillerle ispatı konusunda sınırlama getirebilecekleri” şeklinde düzenlenmiştir.

Dolayısıyla delil sözleşmesi vasıtası ile kişiler, kanuni ispat hakkı hükümlerine bağlı olmaktan çıkıp aralarında vuku bulabilecek uyuşmazlıklar hakkında öne sürebilecekleri delilleri belirleme imkanına kavuşmuştur. Ancak burada önemle belirtmek gerekir ki bu sözleşme, taraflara sınırsız bir özgürlük sağlamamaktadır. Nitekim yine HMK’nın 193. maddesinin 2. fıkrasında bu hususun altı çizilmiştir. Anılan hükme göre, taraflardan birinin ispat hakkını kullanmasını güçleştiren veya imkansızlaştıran sözleşme hükümleri kanun koyucu tarafından geçersiz sayılmıştır.

3- DELİL SÖZLEŞMESİNİN SINIRLARI

Eşitlik ilkesinin bulunmadığı kamu hukukunun aksine özel hukukta taraflar, eşit bir zeminde olup ayrıca irade özgürlüğü bakımından da daha serbesttir. Dolayısıyla bir özel hukuk ilişkisinin tarafı olan kişiler, kendi aralarında sözleşme kurma serbestisine sahiptir. Yazımızın konusunu oluşturan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde düzenlenmiş delil sözleşmesi de bu serbestinin bir sonucu olmakla beraber, söz konusu serbestliğin bazı sınırları da bulunmaktadır.

Delil sözleşmesi yapmak esasen taraflara Anayasa m. 48’de yer alan sözleşme hürriyeti kapsamında tanınmış bir haktır. Bu sözleşme ile taraflar aralarında mevcut veya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü için kanunda belirlenen delillerin yanında bir veya birden fazla delilin kullanılabileceğini veya kanunda düzenlenmemiş olsa da başkaca delil veya delillere başvurabileceklerini kararlaştırabilmektedir. Ancak taraflar delil veya delilleri kararlaştırırken hukuka aykırı şekilde elde edilmiş/edilecek delilleri sözleşme kapsamına almamalıdır. Alsalar dahi hâkim, bu delil veya delilleri sözleşmenin varlığına rağmen hükme esas almayacaktır. Ayrıca usulüne uygun bir şekilde ileri sürülmemiş deliller de sırf sözleşmede yazıyor diye geçerli hale gelmeyecektir.

Bununla beraber delil sözleşmesinin temelini oluşturan uyuşmazlık, belli veya belirlenebilir olmalıdır. Tarafların arasında çıkabilecek her türlü uyuşmazlığın bir sözleşmeye bağlanması çeşitli hak kayıplarını meydana getirebileceğinden yola çıkılarak böyle bir düzenlemeye gidilmiştir. Yine delil sözleşmesinin, re’sen araştırma ilkesinin bulunduğu uyuşmazlıklarda kullanılmayacağı ancak taraflarca getirilme ilkesinin bulunduğu uyuşmazlıklarda söz konusu olabileceği unutulmamalıdır.

Öte yandan taraflar, kendilerine verilen bir hakkı yani sözleşme kurma özgürlüğünü kullanırken başkaca haklara müdahalede etmemelidir. Sözleşme kurma özgürlüğü özel hukuka tabii bir prensip olmasından ötürü, yine özel hukuk ilişkilerinde tarafların eşit durumda olması sebebi ile bu sözleşme ile eşit haklara sahip olan tarafların birbirlerine karşı zayıf duruma düşürülmesi engellenmelidir.

Delil sözleşmesi ile ihlal edilebilinecek hak başlıca adil yargılanma hakkı olup onun uzantısı olan ve delil sözleşmesi ile ilgili olan haklar hukuki dinlenilme hakkı, ispat hakkı ve eşitlik ilkesidir. Bu haklar öyle önemli haklardı ki, söz konusu hakların hiçbir sözleşme hükmü ile bertaraf edilmemesi gerekmektedir. Bu hakların olmadığı bir ortamda kişilerin adalete güveni sarsılacağından toplumda ihkak-ı hak yaygınlaşacak; uzun vadede devlet, hukuk devleti olmaktan çıkacaktır. Bu yüzdendir ki, bu hakların özüne dokunacak davranışlar, tarafların ortak irade beyanları başka bir deyişle sözleşme hürriyeti şeklinde tezahür etmiş olsa dahi geçerli olmamalıdır.

4- SADECE BİR TARAFIN DELİLLERİNİN GEÇERLİ OLDUĞUNA İLİŞKİN DELİL SÖZLEŞMELERİNİN GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Bu açıklamalar dahilinde münhasır olmayan dediğimiz genişletici etkili delil sözleşmeleri, taraflara ispat hakkı konusunda bir sınırlama yapmayıp aksine serbesti verdiğinden tartışmaların dışında kalırken; münhasır dediğimiz daraltıcı etkili delil sözleşmeleri, taraflardan birinin ispat hakkını çeşitli yollarla sınırlandırdığı için bu nitelikteki delil sözleşmelerine temkinli yaklaşmak gerekmektedir.
Dolayısıyla daraltıcı etkili delil sözleşmelerinin geçerliliği bakımından bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Bu değerlendirmenin ilk adımı ispat hakkının sınırlandırılmasının sınırını belirlemektir. Bu husus HMK m. 193/f. 2 hükmünde açıklanmıştır. HMK m. 193/f. 2’de “taraflardan birinin ispat hakkı kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren” delil sözleşmelerinin geçersiz olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm gerçekten de adil yargılanma hakkının bir yansıması olup yerinde bir düzenlemedir. Ancak hangi sözleşme kayıtların taraflardan birinin ispat hakkını imkansız kılacağı veya fevkalade güçleştireceği ayrımının yapılması oldukça güçtür. Hem ispat hakkının genişliği hem de tarafların yapacakları delil sözleşmelerinin çeşitliliği sebebi ile bu konuda tahdidi bir sayım yapmak mümkün değildir. Nitekim kanun koyucu da bir sayım yapmamıştır. Dolayısıyla söz konusu ayrımın somut olay ve davaya göre 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan dürüstlük ilkesi çerçevesinde, doktrindeki görüşler ve mahkeme içtihatları esas alınarak ayrı ayrı yapılması, basmakalıp değerlendirilmelerden uzak durulması gerekmektedir.

Öte yandan delil sözleşmesi, taraflarca müstakil bir sözleşme olarak hazırlanabileceği gibi genel işlem koşulları dediğimiz ileride kullanılmak üzere çok sayıda önceden hazırlanmış sözleşme örneklerine bir madde olarak da konulmuş olabilir.

Bu durumda ise uygulamada da görüldüğü üzere özellikle genel işlem koşulları sunulan tarafın sunan tarafa göre hali hazırda daha zayıf olduğundan söz konusu tarafın ispat hakkının sınırlandırılıp sınırlandırılmadığının ayrımı önem arz etmektedir. Bu nedenle HMK m. 193/f 2 hükmü ile Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan genel işlem koşulları hükümleri (TBK 20 vd.) beraberce göz önünde tutulmalıdır. Bu hükümlere aykırılık teşkil eden delil sözleşmeleri yazılmamış, başka bir deyişle geçersiz sayılacaktır. Uygulamada en çok bankalar, sigorta acenteleri, telekomünikasyon şirketleri gibi kuruluşlar bu yola başvurmaktadır. Müşterilerine yapılacak işlemlerden önce, zamandan kazanmak ve olası uyuşmazlıklarda olabildiğince az sorumluluk taşıma maksadı ile önceden hazırladıkları matbu evrakları imzalatarak bu işlemi gerçekleştirmektedirler. Çoğu zaman basiretli tacir diyebileceğimiz bu kuruluşların hukuki bilgisi ile bir vatandaşın hukuki bilgisi karşılaştırılamayacağından, evrakta yazılı tek tarafın belirlediği sözleşme hükümleriyle kişinin bağlı kalması çeşitli zararlara yol açabileceği için kanun koyucu bu şekilde bir düzenlemeye gitmiştir.

Delil sözleşmesinin tüketici işlemlerinin konu olduğu sözleşmeler içerisinde kullanılması halinde de özellikle tüketicinin korunmaya muhtaç konumda olması hasebi ile tüketicinin ispat hakkının sınırlandırılıp daha da zayıf konuma düşmemesi gerektiği için sözleşmenin ispat hakkı açısından değerlendirilmesi daha da ön plana çıkacaktır. Bu nedenle böyle bir değerlendirmede de HMK m. 193/f 2 hükmü başvurulacak ana hüküm olmakla beraber, Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliği’nin 5. maddesi de unutulmamalıdır.

Öte yandan HMK m. 193/f.2 hükmü niteliği itibari ile yeni bir düzenleme olup mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda söz konusu hüküm bulunmadığından ötürü, HUMK döneminde akdedilmiş delil sözleşmeleri bakımından da delil sözleşmesi bir usul hukuku sözleşmesi olduğundan uygulama alanı bulacaktır. Yani HUMK döneminde akdedilmiş bir delil sözleşmesi vasıtasıyla da taraflardan birinin ispat hakkının kullanımı imkansızlaştırılır veya fevkalade güçleştirilirse yine bu delil sözleşmesi de geçersiz olacaktır. Bu hususu da göz önünde bulundurmakta fayda vardır.
Bu kapsamda, bir tarafa üstünlük sağlayan delil sözleşmelerinin veya delil sözleşmesi kayıtlarının geçersiz olacağına yönelik birkaç mahkeme kararını sizlerle paylaşmak isteriz:

“…Mahkemece, gerek taraflar arasındaki sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK’nın 287. maddesi, gerekse HMK’nın 193. maddesi ile taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmelerinin geçersiz olduğunun hüküm altına alındığı, madde hükmünün Yargıtay içtihatlarına bağlı olarak gelişmiş bir hüküm olduğu somut olayda davacı tarafın, sadece kendi defterlerine dayanıp, bunlar dışında herhangi bir delil göstermediği, taraflar arasındaki, sözleşmenin, bir tarafın elinden bütün ispat vasıtalarını alıp, tek yönlü olarak düzenlenen ve karşı tarafın defterleri ile diğer tarafı tümden bağlama sonucunu doğuran maddenin objektif iyiniyet ve hakkaniyet kurallarına aykırı olduğu, bu yöndeki sözleşme hükmünün uygulanmasının hakkaniyete aykırı olacağı, uyuşmazlığın, hizmetin verilip verilmemesi ve yeterli miktarda işin gönderilip gönderilmemesine ilişkin olduğu, bu hususun da davacı tarafça ispatlanamadığı gerekçesiyle, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiş olup, doğru olan hükmün onanması gerekmiştir.” (Yargıtay 23.HD, E. 2016/9772, K. 2017/482 , T. 20.02.2017)

“Öte yandan, her ne kadar taraflar arasındaki sözleşmenin ”Genel Hükümler” başlıklı kısmında yer alan 7.maddesi uyarınca uyuşmazlık halinde alıcının defter kayıtlarının esas alınacağı kararlaştırılmış ise de bu husus usulüne uygun şekilde ileri sürülmüş diğer delillerin incelenmesine engel teşkil etmeyeceği gibi ispat hakkını kısıtlayan anlaşmalar da geçerli kabul edilemez.” (İstanbul BAM., 14.HD., E.2023/529, K. 2023/782, T.03.05.2023)

“Her ne kadar taraflar arasında imzalanan bayilik sözleşmesinin 13. maddesinde davacı şirket ticari defter ve kayıtlarının delil olarak kararlaştırıldığına dair hüküm var ise de davacı ticari defter ve kayıtlarının dayanakları gösterilmedikçe bu kayıtların davacı lehine delil olacağı kabul edilemez. Kaldı ki 6100 sayılı HMK’nin 193/2 maddesinde “Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri geçersizdir” hükmü de bunu desteklemektedir.” (Ankara BAM, 22. HD., E. 2019/1437 K. 2022/644 T. 12.5.2022

“Ancak, Dairemiz uygulaması ve 6100 sayılı HMK’nin 193/2. maddesi uyarınca, taraflar arasındaki münhasır delil sözleşmesine rağmen bu delilin aksi, yine aynı kuvvetteki başka bir delille ispatlanabileceği gibi taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri de geçersizdir. Bir başka deyişle, delil sözleşmesinin varlığı davacı/birleşen davada davalı tarafın yasal delillerini sunma olanağını ortadan kaldırmayacağı gibi, ticari defter ve kayıtlarının incelenmesine de engel teşkil etmeyecektir.” (Yargıtay 11. HD., E.2016/3231, K. 2017/5473, T. 18.10.2017)

“Taraflar arasındaki sözleşmedeki münhasır delil hükmü ile uyuşmazlık halinde davacı defter ve kayıtlarının esas alınacağı düzenlenmiş ise de, HMK’nın 193/2. maddesi hükmü uyarınca, taraflar arasındaki münhasır delil sözleşmesine rağmen bu delilin aksi, yine aynı kuvvetteki başka bir delille ispatlanabileceği gibi, taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya büyük ölçüde güçleştiren delil sözleşmeleri de geçersizdir. Dolayısıyla delil sözleşmesinin varlığı, karşı tarafın yasal delillerini sunma olanağını ortadan kaldırmayacağı gibi, ticari defter ve kayıtlarının incelenmesine de engel teşkil etmeyecektir.” (İstanbul BAM., 12.HD., E. 2020/1212, K. 2023/101, T. 19.01.2023)

“her ne kadar taraflar arasında imzalanan bayilik sözleşmesinin 22. maddesinde davalı şirket ticari defter ve kayıtlarının münhasır delil olarak kararlaştırıldığına dair hüküm var ise de diğer tarafın ispat hakkını ortadan kaldıran veya önemli ölçüde güçleştiren delil sözleşmesinin, 6100 sayılı Kanun’un 193 üncü maddesine göre geçerli kabul edilemeyeceği, bu nedenle taraf ticari defterlerinin karşılıklı incelenmesinin 6100 sayılı Kanun’un 222 inci maddesine uygun olduğu” (Yargıtay 11.HD., E. 2021/5386 K.2023/49 T.09.01.2023)

“taraflar arasında HUMK’nın 287 (HMK’nın 193). maddesi uyarınca alacaklılık ve borçluluk ilişkilerinin saptanmasında sigorta şirketinin defter ve kayıtlarının yegane delil olacağı kararlaştırılmış, bir diğer deyişle taraflar arasında münhasır delil sözleşmesi bulunduğu anlaşılmış ise de bu husus usulüne uygun şekilde ileri sürülmüş diğer delillerin incelenmesine engel teşkil etmez. Zira davacı alacağı olduğunu ileri sürerken davalı da çek, diğer kıymetli evrak ve nakit olarak ödeme yaptığını savunduğundan, davacı alacağını, davalı da ödeme yaptığını ispatla yükümlüdür.” (İstanbul BAM, 14.HD., E.2019/2456, K.2022/1308, T.13.10.2022)

“Sözleşme ile uyuşmazlık halinde davacı defter ve kayıtlarına itibar edilmesi gerektiği kabul edilmiş ise de, HMK’nun 193/2 m. uyarınca taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri geçersiz sayılmıştır. Bu durumda davacı ticari defter ve kayıtlarının dayanakları gösterilmedikçe bu kayıtların davacı lehine delil olacağı kabul edilemez.”  (İstanbul BAM. 13. HD, E.2020/832, K.2022/940, T.09.06.2022)

Davalılar vekilinin yalnızca davacı bankanın defter ve kayıtları üzerinde inceleme yapıldığı, HMK’nun 193/2 fıkrası uyarınca delil sözleşmesinin geçersiz olduğu ileri sürülmüştür. Davacı banka ile kredi lehdarı davalı şirket arasında yapılan 09/07/2012 ve 16/06/2017 tarihli genel kredi genel kredi sözleşmelerinin 6.1 maddesi ile davacı bankanın defter ve kayıtlarının kati delil teşkil edeceği hususunda delil sözleşmesi yapılmıştır. Öte yandan bu delil sözleşmesi ödeme itirazının ileri sürülmesini engeller mahiyette değildir.” (İstanbul BAM, 13. HD., E.2020/1042, K.2022/1392, T.06.10.2022)

“Dairemiz uygulaması ve 6100 sayılı HMK’nin 193/2. maddesi uyarınca, taraflar arasındaki münhasır delil sözleşmesine rağmen bu delilin aksi, yine aynı kuvvetteki başka bir delille ispatlanabileceği gibi taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri de geçersizdir. Bir başka deyişle, delil sözleşmesinin varlığı davacı/birleşen davada davalı tarafın yasal delillerini sunma olanağını ortadan kaldırmayacağı gibi, ticari defter ve kayıtlarının incelenmesine de engel teşkil etmeyecekti” (Yargıtay 11.HD., E. 2016/3231, K. 2017/5473, T. 18.10.2017)

5- SONUÇ

Sonuç olarak, hukukumuzda “delil sözleşmesi” adı altında bir sözleşme türü düzenlenmiştir. Bu kapsamda medeni usul hukukunda kişiler, aralarında mevcut veya muhtemel uyuşmazlıklarda öne sürecekleri iddia ve savunmalarda kullanacakları delilleri de ortak irade beyanlarının yansıması olan delil sözleşmesi vasıtası ile belirleyebilirler. Böylelikle taraflar, yargılamanın seyrine yön verebileceklerdir.

Bununla beraber böylesine önemli bir sözleşmenin taraflardan birinin ispat hakkını sınırlandırıp sınırlandırmadığı da olası bir hak kaybının önlenmesi açısından davaya bakan hâkimin gözetmesi gereken bir husustur. Yalnız, bu değerlendirme yapılırken genel geçer düşüncelerden uzak durulmalı, somut olayın özelliklerine ve şartlarına göre hareket edilmelidir. Hâkim, sözleşmenin taraflarını, yapılış amacını, sözleşme hükümlerini dikkatle ve özenle tatbik etmeli; söz konusu sözleşme hükümlerinin ispat, hukuki dinlenilme hakkı ve eşitlik ilkesini ihlal edip etmediğini, ayrıca dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığını incelemelidir. Bu şekilde yapılacak bir değerlendirme ile delil sözleşmesindeki özel hukukun bir prensibi olan özgür taraf iradeleri yerini korurken yine özel hukuktaki tarafların eşitliği ilkesine de zarar getirilmemiş olacaktır.

Uyarı: Bu sayfada yer alan bilgi ve görüşler genel bilgilendirme ve akademik katkı amaçlıdır. Otto Avukatlık ve Arabuluculuk’un görüşlerini yansıtmayabilir. Hukukun dinamik bir alan olması sebebiyle sitede yer alan bilgi ve görüşler güncelliğini yitirebilir. Sitede yer alan yazılar, o alandaki hâkim doktrini veya yaygın yargısal uygulamaları yansıtmayabilir, yazarın kendi hukuki kanaatlerini içerebilir. Bu sitede yer alan bilgi ve hukuki görüşler hukuki tavsiye değildir ve bu içeriklerin hukuki tavsiye niteliğinde olması amaçlanmamıştır. Özgün durumlar için profesyonel hukuki destek alınması tavsiye edilmektedir. Sitedeki bilgi ve görüşlerin somut olaylara uygulanmasının neticelerinden Otto Avukatlık ve Arabuluculuk veya ilgili yazının yazarı sorumlu değildir. Bilgilerinize sunarız.